Predator serisine zaten fazla bir sempatim yok ama Alien serisinin bu hale gelmesi çok üzücü. 3. filmden sonra tepetaklak olmuştu. Ama bu filmle beraber pes etmişler tamamen. Tam bir teen slasher filmi. O kadar vıcık, o kadar basit ve o kadar ucuz. Klişelerin hepsi toplanmış filmde. Fedakar anne kurtulur, hükümete güven tamdır, bunlara karşı gelen herkes belasını bulur...
19 Kasım 2012 Pazartesi
AVPR: Aliens vs Predator - Requiem (2007) & About Schmidt (2002)
Predator serisine zaten fazla bir sempatim yok ama Alien serisinin bu hale gelmesi çok üzücü. 3. filmden sonra tepetaklak olmuştu. Ama bu filmle beraber pes etmişler tamamen. Tam bir teen slasher filmi. O kadar vıcık, o kadar basit ve o kadar ucuz. Klişelerin hepsi toplanmış filmde. Fedakar anne kurtulur, hükümete güven tamdır, bunlara karşı gelen herkes belasını bulur...
Etiketler:
2002,
2007,
About Schmidt,
AVPR: Aliens vs Predator - Requiem,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Schmidt Hakkında,
Sinema
18 Kasım 2012 Pazar
Factotum (2005) & Vozvrashchenie (2003)
1987 yapımlı Barfly'dan daha bir güzel uyarlanma denilebilir Factotum'a. Her iki filmi yönetmenleri olan Barbet Schroeder ile Bent Hamer açısından kıyaslamaktansa, senaryo bağlamında kıyaslamak daha yeğ. Barfly ağır drama iken Factotum tam bir biyografi olmuş. Bu haliyle bile geçmiş Barfly'ı :)
Etiketler:
2003,
2005,
Dönüş,
Factotum,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Rusya Sineması,
Sinema,
The Return,
Vozvrashchenie
Nazarin (1959) & Get The Gringo (2012)
"Bu zamana kadar bu filmi nasıl izlememişim ya Hu!" türünde serzenişleri az izleyicilerdenimdir. Az yaşarım ama yaşatan filmleri de baş tacı ederim. Onlardan biri için bkz Nazarin.
Luis Bunuel ustayı sevip sayıp bu filmi izlememiş olmak da ayrı bir trajedi sanırım. Çok ayrı bir tad aldım filmden. Hani sadece filmin üzerine kurulduğu öğeler ve bu öğelerin gerçek yaşamla paralellik içinde bulunmaları değil, çok farklı özellikleri de içinde barındırması sağlıyor bu alınan hazzı. Bu tür, şeklen yolculuk barındırmasa da en baba yol filmlerine bile gider yapıcı fikir yolculuğu temalı, filmlerin yeri her zaman ayrı... apayrı...
Etiketler:
1959,
2012,
Film,
Film Yazısı,
Get the Gringo,
Hollywood,
Meksika Sineması,
Nazarin,
Sinema
6 Kasım 2012 Salı
Mississippi Burning (1988) & Bronenosets Potyomkin (1925)
Geçenlerde bir yerde bir müzik duydum, çok tanıdık geldi. Düşündüm düşündüm bulamadım ne olduğunu. Gerçi aynı müzik değildi ama aklıma Mississippi Burning'i getirdi. Hani zaten güzel bir tondu bir de böyle güzel bir filme tekrar geçirmeme sebep oldu, sevgilerimi yolluyorum duymamı sağlayanlara :)
Weekend (2011) & 2001: A Space Odyssey (1968)
2011'in sonlarına doğru birden çıktı karşımıza Weekend. Merak ettik. Nedir dedik. Ama hemen izlemedik. Olur da güzel bir şey çıkarsa, 2012'nin o vasat iklimine bir nebze olsun ferahlık getirir hesapları yaptık...
Ama yanıldık gibi. Güzel bir film denilebilir mi emin değilim ama vasat bir film olmadığını söyleyebilirim kolaylıkla. Ne söylemek istediğini bilen, fazla detaya girmeyen, klişeye bulaşmaktan korkmayan bir üslup benimsemiş olması artı puan getiriyor. Yine bu özellikler sebebiyle de çok üst bir film olma hakkını kaybediyor. Temasını işleyip, kamerayı kapatıp işine bakılmış bir havası var genel manada. Zira zaten bir de haftasonu filmi olması bunu pekiştiriyor.
Etiketler:
1968,
2001: A Space Odyssey,
2001: Bir Uzay Destanı,
2011,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
İngiltere Sineması,
Sinema,
Weekend
18 Ekim 2012 Perşembe
Quiz Show (1994) & 8½ (1963)
Robert Redford'un eleştirel filmlerinden bir başkası. Bu sefer, 50'li yıllarda televizyonda yayınlanan bir bilgi yarışmasındaki şikeyi gözler önünde işlerken alttan alttan sisteme dokunmasına şahit oluyoruz abimizin. Çok hoş bir hikaye ve hikayeyi diri tutan bir senaryo...
Ralph Fiennes'ın böyle yakışıklı ve karizmatik rollere hiç gitmeyeceğini düşünürdüm. Alakası yokmuş. Bir hayli uymuş hatta o gülümsemesi tuzu biberi olmuş karakterin. Rol için düşünülen Tim Robbins, sanmıyorum ki, bu kadar başarılı olabilsindi. John Turturro ise inanılmazları oynuyor. Canlandırdığı karakteri nasıl yorumlamış, nasıl bir hava katmış, anlamak için izlemek lazım. Böyle yardımcı oyuncular oldukça sinema yaşamaya devam edecek :)
Etiketler:
1963,
1994,
8½,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
İtalya Sineması,
Quiz Show,
Sekiz Buçuk,
Sinema,
Şike
As Good as It Gets (1997) & The Painted Veil (2006)
Obsesif kompülsif. Hayatımda saygın yeri olan sendrom(!)lardan. Her insanda olduğu kadar var bende de. Ama fazlasıyla barışığım kendileriyle. Zaten basit şeyler ama böyle bir şeye sahip olmanın garip bir hazzı peydah olmuş durumda bünyede. Öyle :)
Filmimizin asıl kahramanının da en belirgin özelliği bu tür bir kişiliğe sahip olması. Zaten film de bu kişiliğin devinimi üzerine kurulu. Jack Nicholson öyle bir can vermiş ki karaktere, kızılıyor, seviliyor, yüzüne bakılmak istenmiyor, bağrına basılası hale geliyor vs vs. Her türden duyguyu yaşatıyor 139 dakika boyunca. Büyük oyuncu tanımı içine gerçekten hak ederek giren sayılı aktörlerden biri olunca insan, bunları yapması kolay tabi :)
Etiketler:
1997,
2006,
As Good as It Gets,
Benden Bu Kadar,
Çin Sineması,
Duvak,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Sinema,
The Painted Veil
17 Ekim 2012 Çarşamba
The Avengers (2012) & Jaws (1975)
2000li yılların sanırım en sansasyonel sinema gelişmelerinden biri patlayan süper kahraman filmleri. Marvel olsun DC Comics olsun her dünyaya ait süper kahramanların ultra müthiş efektli filmlerini izledik durduk neredeyse her sene. Demir Adam ile zirve yapan popülerlik artık evrenlerin toplanmasını farz kıldı da en nihayetinde The Avengers'i izleyebildik.
Etiketler:
1975,
2012,
Denizin Dişleri,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Jaws,
Sinema,
The Avengers,
Yenilmezler
Dog Day Afternoon (1975) & Red Dog (2011)
Sidney Lumet ustanın yine güzel bir çalışması. Dönem Amerika'sının tüm eleştirel bakılabilecek noktalarını senaryoya cuk diye oturtmuş. 60'lardan hafif hafif 70'lere evrilen bir ülkenin o anki kültür erozyonuna şahit olurken aynı zamanda gerçekten yaşanmış bir olayı yaşıyoruz.
Oyunculuklar, replikler vs film bu açılardan çok takdirlik. Al Pacino'nun en dehşetli yılları zaten. The Godfather'le kalplere yerleştiği, bir daha da o yeri bırakmayacağını tüm aleme gösterdiği yıllar. Tüm heybetiyle toy Al Pacino'yu izlemek bile fazlasıyla kafi hasılı.
Etiketler:
1975,
2011,
Avustralya Sineması,
Dog Day Afternoon,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Kırmızı Köpek,
Köpeklerin Günü,
Red Dog,
Sinema
16 Ekim 2012 Salı
Uzun Hikaye - Bulgaryalı Ali Rises. Evet.
Şu anki yazdığım satırların yerinde daha farklı şeyler olacaktı ey Arkadaş. Mustafa Kutlu'nun Uzun Hikaye'sini çok seven biri olarak, filmi sabırsızlıkla bekliyordum. 12 Ekim'de filme gidecek ve üzerine uzun uzun yazacaktım. Geçmiş zamanların o geçmişliğinin arasında sıkışıp kalmış masumiyetlerden girip, günümüz modernizminin çıkış noktalarının nerelerden neşvünema bulduğuna kadar pek çok şeye değindiğim bir yazı planlıyordum kafamda.
Etiketler:
2012,
Film,
Film Yazısı,
Sinema,
Türkiye Sineması,
Uzun Hikaye
10 Ekim 2012 Çarşamba
Yeelen (1987) & The River (1951)
İsmini sıklıkla duyduğum Afrikalı yönetmenlerden Souleymane Cisse'nin izlediğim ilk filmi Brightness. Film de ismi gibi tamamen bir Işık güzellemesi. Bu kadar büyüleyici bir şey olduğunu hiç sanmazdım. Hani yokluk filan diyoruz ya bazı filmleri överken, bu filmde bunun kralı var.
Etiketler:
1951,
1987,
Brightness,
Film,
Film Yazısı,
Fransa Sineması,
Mali Sineması,
Nehir,
Parlaklık,
Sinema,
The River,
Yeelen
9 Ekim 2012 Salı
Total Recall (1990) & Fetih 1453 (2012)
Aslında ilkten Arnold Schwarzenegger filmi diye burun kıvırılma olasılığı bir hayli fazla ama senaryonun Philip K. Dick'in bir hikayesinden uyarlanmış olması, bu yüksek olasılığı bir anda yerle yeksan ediyor. Muhteşem fikirlerin, hayal gücünün elemanı diyebileceğimiz PKD'nin ekmeğini yiyor hasılı film.
Etiketler:
1990,
2012,
Fetih 1453,
Film,
Film Yazısı,
Gerçeğe Çagrı,
Hollywood,
Sinema,
Total Recall,
Türkiye Sineması
Andrei Rublev (1966) & Army of Shadows (1969)
Filmleri nasıl değerlendirmeli? İzlediğinizden anladığınız şeylerin oluşturduğu yekünlerle mi bir değer biçmelisiniz filmlere yoksa filmlerin "şunları şunları anlattım" dediklerine göre mi? Bu tip sorular her sinemaseverin aklında bir şekilde yer bulan sorular. İşte bu film tam olarak bu soruları hortlatan cinsten bir yapım. Çok zor, çok.
Ne yazık ki söylemem lazım. Bu film beni aşıyor. Aştı. Dahası şöyle ki, filmi hakkıyla anlayabilecek insan evladının olduğunu sanmıyorum. İlla ki yönetmen kaynaklı bilgiler olmalı yoksa olmaz, olamaz. Filmi tam anlamıyla anlamak imkansız!
5 Ekim 2012 Cuma
Uçuş Denemeleri - İbrahim Tenekeci
Şairler (sadece) şiir yazsınlar derim genelde. Mümkünse edebiyattan
başka mevzulara eğilmesinler vs...
Çok bencil ve ayakları yere basmayan bir istektir bu.
Farkındayım ama genel eğilim o ki, güzelim şiirler kirleniyor tersi durumlarda.
En iyi ihtimalle, çiziliyorlar... Kalem insanlaşıyor (ise), şiir
sıradanlaşıyor...
Gidip İbrahim Tenekeci'yi bu yaraya ilaç gibi göstermeyeceğim
ama sanki o dolaylardan bir çalışma Uçuş Denemeleri; çok dingin, serbest,
rahatlatıcı, evhamdan uzak, (belki gerçek tevazuyu da ekleriz bunlara).
Hayat bazen soyutlaşmalı... beklentisi oluşuyor insanda. Ara
ara bende oluşur en azından. Yadsınamaz gerçekliğe bir gider midir bu, yoksa kişinin kendi
yalınlığına duyduğu tiksinti mi? Bilemiyorum. Ama var böyle bir şey. Hatta
hayata dair karşılaştığımız tüm insani çıkmazların yegane sebebi budur
sanıyorum.
Belki fazla sanıyorum..? Dert anlaşıldı sanırım. Son sanış olsun şimdilik. Nokta zamanı.
Kitap güzel. Fazlasıyla sevdim. En azından ismi vurgulu geçsin
istedim. Okuyoruz (kitapları), sadece ismen yazıyoruz, bazılarına ayıp oluyor. Uçuş Denemeleri'ne bari yapmayalım dedim. Hem uzun aramızı da bitirmiş olalım; kısa yorumla...
Soyutluğu kabullenmişlere Selam(!) olsun. İbrahim Abi'yi tanıyanlar göreve!
Etiketler:
2002 Kitapları,
Deneme Türü,
Edebiyat,
İbrahim Tenekeci,
Kitap,
Kitap Yazısı,
Profil Yayıncılık,
Uçuş Denemeleri
24 Eylül 2012 Pazartesi
The Hunger Games (2012) & The Conspirator (2010)
Popüler yazımlara hiç eğilimim yoktur. Edebiyat gözüyle de bakamıyorum. Sırf para için yazılmış serilerin bu kadar çok el üstünde tutulmuş olmasına da anlam veremiyorum. Bunlarla beraber önyargılı değilim. Her kalem oynatış güzeldir, saygıdeğerdir önyargısız değerlendirilene kadar :) O sebeple roman serisine bir şey demiyorum şimdilik.
Etiketler:
2010,
2012,
Açlık Oyunları,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Sinema,
Suikast,
The Conspirator,
The Hunger Games
Serpico (1973) & 21 Jump Street (2012)
Polis teşkilatıyla bu açıdan alakadar izlediğim ilk film olabilir Serpico. Şöyle bir düşünüyorum, daha öncesinde izlediğim yok sanırım. O sebeple sinema ile tanışmamı sağlayan filmlerden diyebilirim Serpico'ya. Hatta o kadar etkilemiştir ki film zamanında, sakal takıntımın sebeplerinden biri bu film bile olabilir. Bu izleyişimde bu geldi aklıma :) Zira yine düşünüyorum da, Al Pacino'nun şu halinden daha karizmatik bir sakal bıyık kombinasyonu yerleşmemiş şimdiye kadar zihnime. Bir insan evladına, hele ki Al Pacino kadar çirkin birini dahi insana benzetiyor, daha fazla yakışamaz sakal.
Etiketler:
1973,
2012,
21 Jump Street,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Liseli Polisler,
Serpico,
Sinema
18 Eylül 2012 Salı
The General (1926) & The Deer Hunter (1978)
19. yüzyılın ikinci yarısına dair bir tarih filmi. Dönem çok bariz olduğundan savaşa vesaire girmek gereksiz sanırım. O yüzden sadece Buster Keaton üzerinden gidelim biz.
Nasıl bir adamdır bu Buster Keaton, anlayamıyorum. Yıl daha 1920'ler ama adamdaki akrobasi yeteneği nasıl bu kadar gelişmiş durumda, anlamak mümkün değil. O hareket halindeki arabaların, bisikletlerin, hatta trenlerin üstünde yaptığı bu hareketler vs. Gerçekten hayran kalmamak elde değil. Sırf bu merakımı gidermek için ara ara açar izlerim rastgele bir Buster Keaton filmi ve asla şaşkınlığım gram bile azalmaz. Hani tamam efekt filan olsa anlarım da, yıllar daha 20'ler :)
Etiketler:
1926,
1978,
Avcı,
Film,
Film Yazısı,
General,
Hollywood,
İngiltere Sineması,
Sinema,
The Deer Hunter,
The General
3 Eylül 2012 Pazartesi
The Debt (2010) & Die Welle (2008)
The Debt, casus filmlerinin esaslıları familyasına aday olma hevesiyle çıkmış yola belli ki. İyi de yapmış. Öyle atlayalım zıplayalım, bu operasyonu kazanalım havaları bir yerden sonra çekilmez oluyor. Bu açıdan artı algı verdiğini hemen belirtmek lazım.
Etiketler:
2008,
2010,
Almanya Sineması,
Die Welle,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Sır,
Sinema,
Tehlikeli Oyun,
The Debt,
The Wave
2 Eylül 2012 Pazar
Sunset Blvd. (1950) & Detachment (2011)
Hayatımın filmlerinden diyebilirim Sunset Bulvarı'na. İlk izlediğim klasiklerdendi ve izler izlemez büyük bir merak başladı bu tür filmlere karşı. İzleyeli olmuştur bir 15 sene ama o kadar vefalıyımdır ki daha bu ikinci izleyişim oldu. Allah beni kahretmesin emi :)
Etiketler:
1950,
2011,
Detachment,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Kopma,
Sinema,
Sunset Blvd.,
Sunset Bulvarı
18 Ağustos 2012 Cumartesi
Çınar Ağacı (2011) & Bizim Aile (1975)
Türk filmlerini neden pek izlemediğimi bir kere daha hatırlamama sebep olduğu için işe yarayan filmlerden diyebilirim. Söylem belli. Zaten filmin ismi ve hemen daha ilk dakikadan belli olan bir söylem bu, analar-babalar bizdendir, saygıda kusur etmemelidir, akıllı olmak lazımdır vs vs. Tersini düşünen veya amalı konuşacak insan, insan değildir ama gerekli de böyle söylemli filmler. Sorun burada değil. Tamam çek böyle filmler ama lütfen eli yüzü düzgün senaryolarla yapıver. Hani birkaç sahne var ki, insan yarıda mı bıraksam acaba, diye düşünüyor...
Etiketler:
1975,
2011,
Bizim Aile,
Çınar Ağacı,
Film,
Film Yazısı,
Sinema,
Türkiye Sineması
12 Ağustos 2012 Pazar
Mad Max 2: The Road Warrior (1981) & Scent of a Woman (1992)
Mad Max serisinin genel görüşe göre en iyi filmi. Gerçi ben ilk filmi daha derli toplu bulurum ama bu biraz daha film gibi. İlkinin hem gelişimi hem de karakter kıtlığı olayı biraz ortada bırakıyor. Mesela bu filmde ilkindeki gibi bir kötü adamımız yok. Belki daha psikopat bu seferki kötü adam(lar) ama ilk filmdeki gerilimi yaşatmıyor(lar).
Yaratılan dünya yine hayran bırakıyor kendine. Ki ilk filmdeki dünya hepten coşmuştur bu sefer. Daha kıyamet sonrası, daha bir karanlık, daha daha tartılamaz bir zaman. Petrol savaşlarının iyice ayyuka çıkması, filmin üzerinde yürüdüğü yegane mevzu. Bu açıdan biraz saygınlık kazanıyor ama bunun yanına koyamadığı yan hikayelerle üst bir film olma şansını kaçırıyor Mad Max 2.
7 Ağustos 2012 Salı
C'era una volta il West (1968) & Sanjuro (1962)
Western türünün açık ara en kaymak filmlerindendir Bir Zamanlar Batı'da (Once Upon a Time in the West). Sergio Leone'nin bir kısım izleyiciyi büyülediği, geri kalan kısım izleyicinin de büyük kısmını hayran bıraktığı bir filmdir ayrıca. Müzikleri, sayısız sekansları, oyuncularının üstün performansı, senaryosu ile tamamen bir sinema örneğidir.
Özellikle filmin açılış sekansı efsanedir. Trt'de izlemiştim ilkin. Yılını hatırlamıyorum ama olmuştur bir 15 yıl. Hiç mi hiç unutmadım o sahneyi. Daha pek çok sahnesi hala taze bir anı kıvamında ama bu açılış sekansının yeri ayrı. Unutacak insan evladı yoktur, olmasın da lütfen :)
1 Ağustos 2012 Çarşamba
The Dark Knight Rises (2012) & AVP: Alien vs. Predator (2004)
Ben olaya filmbefilm (seri olarak :) ) olarak bakıyorum. Bakmak istiyorum :)
Bu seriyle Batman, genel kitleleri kazanarak, sinemaya kazandırılmıştır. Diğer filmler hep bir şekilde süper kahraman filmi olarak yaftalanıp bir kısım izleyici için önemsenmişti. Lakin bu seri ile çok fena bir şekilde ciddiye alınmış durumda. Dahası alınması gereken bir durumda.
Bu açıdan tam bir epic conclusion durumu var The Dark Knight Rises'de. Batman Begins ile bismillah denilen süreç, başlangıcına yakışır bir nokta ile nihayete ermiş. Oyuncular, oyunculuklar muhteşem. Arada birkaç çok güvenilen oyuncu, kendi yarattıkları beklentilere cevap veremese de, bu böyle :)
31 Temmuz 2012 Salı
Selvi Boylum Al Yazmalım (1977) & Platoon (1986)
Şükür ki böyle, tekrar etmekten bıkılmayacak, filmler var...
Yorum yapılamaz ya Hu bu filme, olmaz yani. Filmin naifliği karşısında yutkunluklar kuru, gözler buğulu, gönüller teslim, diller lal. Bu kadar safiyane bir atmosfer, bu kadar katışıksız tepkiler...
Allah'ım bu ne saadet; böyle filmler izlemek...
Yok yok, yorum yapılamıyor. Denedim ama!
Türküler bitmez arkadaşlar.
Etiketler:
1977,
1986,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Müfreze,
Platoon,
Selvi Boylum Al Yazmalım,
Sinema,
Türkiye Sineması
30 Temmuz 2012 Pazartesi
Mad Max (1979) & Bronson (2008)
Mel Gibson'u, Mel Gibson yapan film desek yanlış demiş olmayız sanırım Mad Max'e. Kıyamet sonrası temalı ilk filmlerden de aynı zamanda. O yıllara göre enfes bir atmosfer yaratılmış durumda ve filmin benim açımdan en büyük başarısı da bu. Günümüzde bile tüm imkanlar el atında olmasına rağmen bu kadar aykırı atmosfer yaratılamıyor çoğu zaman. Kutluyoruz.
Etiketler:
1979,
2008,
Avustralya Sineması,
Bronson,
Çılgın Max,
Film,
Film Yazısı,
İngiltere Sineması,
Mad Max,
Sinema
29 Temmuz 2012 Pazar
American Psycho (2000) & A Wednesday (2008)
İsmiyle müsemma filmleri her daim severim. Filmin alt metinine katkısı olmaktır kastım. Mana kapılarına anahtar vs vs.
Pandora'nın kutusu açılmayaydı iyiydi ama açıldı. Ki ilk taşma anı da insanın tamahıydı. Nerede tamah varsa orada tüketim çılgınlığı olmalıydı, oldu da nitekim. İnsanoğlu kendi içindeki canavarı ortaya çıkardı ve bir daha da o canavara karşı koyamadı. Hatta bir dönem geldi ki, o canavara karşı gelmenin ne kadar vahim sonuçlar doğurduğu çıktı ortaya. Ve insan o canavarla yaşamayı öğrendi. Kapitalizm herkese hayırlı olsun!
Etiketler:
2000,
2008,
A Wednesday,
American Psycho,
Amerikan Sapığı,
Bollywood,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Sinema
27 Temmuz 2012 Cuma
Mysterious Skin (2004) & La Mome (2007)
Child abuse üzerine izlediğim en normal olmayan filmlerden diyebilirim. Bu sebeple kültlüğünü kenara not etmiş olalım. Sonuna kadar hakediyor saygın bir kültlüğü. Saygın kültlük hea :)
Gregg Araki ile tanışmış oldum böylelikle. Daha öncesinde hiçbir filmini izlememiştim. Aslına bakarsanız izlemeye yeltendiğim filmi bile olmamıştı. Diğer filmlerini bilmediğimden değerlendiremeyeceğim bu filmin tüm filmografisindeki yerini ama eğer şu filmin hafif düşüğü bile varsa bir hayli yönetmenmiş derim kendilerine. Aynı zamanda filmin senaryosunu da yazmış eleman ve kolaylıkla çok büyük iş becermiş diyebilirim. Hikaye anlatırken araya iliştirilen temaların bu derece güçlü kalabilmesi kolay iş değil. Tuttum hasılı...
22 Temmuz 2012 Pazar
Café de Flore (2011) & Sunrise: A Song of Two Humans (1927)
Hemen söyleyeyim de kaynamasın, 2011'in açık ara en hemeninden izlenecek filmlerinden biri Café de Flore. Hatta öylesine izlenecek filmlerden ki, şuana kadar çok az filmde hissettiğim bir şekilde, biraz daha anlaşılabilmesi için tekrar yapılasılardan. Ben fena halde büyülenmiş durumdayım. Şuan hala kaç puan vereceğimi bilmiyorum ama ziyadesiyle etkilendiğimi not düşmüş olayım. Olumsuz yanlarına asla değinmeyeceğim bu yorumda :)
Etiketler:
1927,
2011,
Café de Flore,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Kanada Sineması,
Ruh Eşim,
Sinema,
Sunrise: A Song of Two Humans,
Şafak
20 Temmuz 2012 Cuma
The Dark Knight (2008) & Monster's Ball (2001)
The Dark Knight Rises öncesi ilk iki filme yeniden tekrar yapmış oldum böylelikle. Üzerine kısa bir şeyler söylemek gerçekten çok zor. Sinema nedir, nasıldır gibi sorulara cevap verme hüviyeti tam manada olmasa da, ya da bu tür bir film olmasa da (bu tip bir iddiası ve konsepti yok manasında), inanılmaz/enfes/kusursuz bir yapım The Dark Knight.
Oyunculukları bile yeterli, filmi övmeye bitirememek için ama filmin en zayıf noktası oluyor oyunculukları. Tabi Joker'e hayat veren Heath Ledger dışında. Bu abi bu filmle beraber, sinema tarihine geçti kolaylıkla. Başarılı ifadesi, en basit ifadeyle, haksızlık olur performansını tarif ederken.
Etiketler:
2001,
2008,
Batman 2,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Kara Şövalye,
Kesişen Yollar,
Monster's Ball,
Sinema,
The Dark Knight
18 Temmuz 2012 Çarşamba
The Best Exotic Marigold Hotel (2011) & Batman Begins (2005)
Bazı filmler oyuncu kadroları için izlenir. Böyledir. Bu film de onlardan biri. Başroldeki ablaların (aslında teyzelerin) ve abilerin (aslında amcaların) tamamı tanıdığımız, oyunculuklarına hayran olduğumuz isimler. Judi Dench, Tom Wilkinson, Bill Nighy, Penelope Wilton, Maggie Smith vs vs. Hepsi de büyük oyuncudur gözümde. Ve hepsi de isimlerinin hakkını veriyor bu filmdeki performanslarıyla. Oyuncular için izleyip, tatmin olmanın adı diyebiliriz The Best Exotic Marigold Hotel'e.
17 Temmuz 2012 Salı
The Flowers of War (2011) - Savaş Filmi?
2011'in -sanırım- en fazla beklediğim filmlerindendi The Flowers of War. Hem savaş filmiydi, hem Christian Bale oynuyordu, hem de Yimou Zhang'in yönettiği bir Çin filmiydi. Aslında bu üç durumun aynı anda olması filme büyü katıyor. Zira Christian Bale sevgimle diğer herhangi bir özellik bir filmi izlememe fazlasıyla yeter. Ki bir üçüncü etken de vardı bu sefer.
Yimou Zhang'i sever sayarım. Filmlerini saymaya lüzum yok. En az 4-5 tane üst düzeye aday filmi vardır. Çin'den çıkmış esaslı yönetmenlerdendir hasılı. Hatta 2008 Pekin Olimpiyat Oyunlarının Açılış ve Kapanış Töreni'ni de yönetmişti kendileri. Hatırlarsanız süksesi bol olmuştu bu törenlerin. Hala arada açar izlerim :) Çin'den çıkan en baba yönetmen olunca tabii, Çin'de böylesi büyük bir organizasyonda başka isimler akla bile gelmiyor.
Etiketler:
2011,
Çin Sineması,
Film,
Film Yazısı,
Jin líng shí san chai,
Nanjing Heroes,
Sinema,
The Flowers of War
16 Temmuz 2012 Pazartesi
Wrath of the Titans (2012) & Elena (2011)
Clash of the Titans'ın ilk teaserini izlediğim zamanlar geldi de aklıma. Vay arkadaş'lı kaç cümle kurduğumu hatırlamıyorum bile. O kadar enfes, o kadar gaz, o kadar coşturucu bir teaser izlediğim çok nadirdi. Ki fragman benden sorulur, onu da söylemiş olayım :)
Neden geldi aklıma bu güzel anı? Hemen söyleyeyim. Zira Clash of the Titans'ı izledikten sonra, o teaser-trailer çoklamalarını izlerken ki ruh halimden eser yoktu/kalmamıştı. Resmen kandırıldığımı sanmış, başta film yapımcıları olmak üzere senariste bir hayli sövmüştüm. Bir insan bu kadar bol efektin yanına ele avuca gelen bir senaryo nasıl yazamaz. Hadi yazamadı diyelim, hangi yapımcı böyle bir senaristi kovmaz. Hadi yapımcı uykuluydu, yönetmen nasıl izin verdi öyle bir senaryoya? Sorular gani... Hasılı Clash of the Titans tam bir fiyaskoydu, zihnimde canlanan ilk belirtilere göre.
Etiketler:
2011,
2012,
Elena,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Rusya Sineması,
Sinema,
Titanların Öfkesi,
Wrath of the Titans
14 Temmuz 2012 Cumartesi
Frida (2002) & Barfly (1987)
20. yüzyılın tartışmasız en okkalı ressamlarından biri Frida Kahlo. Filmin uyarlandığı kitabı zamanında özet olarak olsa da okumuştum. Ki bu ortaokul yıllarıma denk geliyor. O zamandan beri acı dendiğinde aklıma ilk gelen insanlardan olmuştur bu ablamız; insan acılarında yalnızdır / yalnızdır insan acılarında / acılarında yalnızdır insan. Böyledir.
Filmi izlememiştim kitabı okudum diye ama Salma Hayek resmen coşmuş. Daha iyi bir Frida Kahlo performansı hayal edemiyorum şuan itibariyle. Zihnimde beliren o mazo ablayla neredeyse birebir bir şey koymuş ortaya. Enfes diyelim geçelim.
13 Temmuz 2012 Cuma
Star Wars: Episode III - Revenge of the Sith (2005)
Ve bir seri tekrarı daha nihayete kavuşmuş oldu böylelikle. 6 ay önce, nereden estiğini anlayamadan uydum bu karara ve Star Wars altılamasına daldım. Ay başına 1 film demek oluyor bu ve sanırım bu sefer bu kadar tatlı gelmesinin ardında da bu yatıyor. Sindire sindire, ballandıra ballandıra izlemek isteyenlere bu şekilde bir izleme süreci öneririm. Hatta bir daha ki tekrarımı 1 seneye yaymayı düşünüyorum. Bakalım o zaman nasıl bir performans sergileyecek seri?
11 Temmuz 2012 Çarşamba
Waking Life (2001) - Hayata Mı Uyansak Ki
Bu sabah her zamankinden biraz daha farklı uyandım. Etkisinde kalınan rüyalardan birinin ertesinde uyandığım tüm sabahlardan pek de farkı yoktu esasında.
Survivor temelliydi rüyam. Yeni bir bilgisayar oyununa bizzat isteyerek girmiştim ve sanal bir gerçeklik oluşmuştu gündelik hayat sahnemde. Rüya bir hayli uzun, girmeyelim şimdilik ama sonuç itibariyle peşimdeki cyborgları alt ettim demiş olayım. Hele bir tanesi vardı ki, bırakın alt etmeyi, kendisinden kaçmak bile büyük başarı :)
Etiketler:
2001,
Film,
Film Yazısı,
Hayata Uyanmak,
Hollywood,
Sinema,
Waking Life
10 Temmuz 2012 Salı
Anger Management (2003) & The Elephant Man (1980)
Komik adamların eğlendirici ama fazla da bir şey beklenmemesi gereken filmlerinin yönetmeni Peter Segal'den bir film. Nasıl bir şey bekliyorsam, tam olarak karşılığını aldım diyebilirim. Güldüm, hatta son zamanlarda kahkaha attığım film hatırlamıyorum, ki bu seriyi bile sona erdirdim. Eğlendim hasılı.
Jack Nicholson ve Adam Sandler ikilisini daha uyumlu bulacağımı sanmıştım. Belki sadece öyle bir umduğunu bulamamak eylemi peydah olmuş olabilir. Ama oyunculuklar genel olarak mükemmele yakındı diyebilirim. Zaten sayamayacağım kadar ünlü oyuncu var filmde. Güzel oyunculukların yanına tanınan oyuncularla dolu bir cast eklenince tadından yenmiyor böyle filmler.
Etiketler:
1980,
2003,
Anger Management,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Sinema,
The Elephant Man
9 Temmuz 2012 Pazartesi
... Ve Kitaplar Sahiplerini Buldu 2
Evet, talihli arkadaşlar belli oldu. Hediye eden arkadaşın cebine sağlık diyerek sonuçları açıklayalım.
3 serimiz vardı. İlk serimizin talihlileri;
Etiketler:
Blog,
Blogdan Haberler,
Kitap,
Kitap Çekilişi
8 Temmuz 2012 Pazar
Die Papstin (2009) & Punch-Drunk Love (2002)
Efsane mi, gerçek mi olduğu hiçbir zaman çözülemeyecek vakıalardan biri üzerine, tamamen ilgili mevzu üzerinden ilerleyen bir film Pope Joan.
Agora ile çıktıkları yıldan beri dikkatimi çekiyordular. Agora'yı aradan çıkarınca, bunun ne suçu var, diyerekten izledim. Anlaşılması güç gerçekten, bir hayli düzgün bir yapım olmasına rağmen izlenme oranı çok düşük bu filmin. Belli ki Vatikan'dan kaynaklı bir durum ama yine de gerçekten çok az izlenmiş. Vatikan'ın bu yönlerini fena halde başarılı buluyorum. Birkaç istisna dışında, kendilerinin aleyhine işleri ortadan silme konusunda çok mahirler. Kutluyoruz kendilerini!
Etiketler:
2002,
2009,
Almanya Sineması,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Pope Joan,
Punch-Drunk Love,
Sinema
7 Temmuz 2012 Cumartesi
Copying Beethoven (2006) - Büyük Ustaya Küçük Film
(Klasik) müzik deyince akla gelebilecek sayılı insandan biri Beethoven. Hadi saygısızlık yapmayalım dehaya; Ludwig van Beethoven. Ben şahsen biraz daha Mozart taraftarıyımdır. Ama 9. Senfonisi ile zirvemde de Beethoven vardır. Yılmadan, yıkılmadan, bıkmadan yüzlerce kez dinlerim. Hem de yer, zaman önemsizdir. Yeter ki 9. Senfoni olsun. Neşeye övgü bağlamında ayrı parantezler açar her dinlemem. Borçluyumdur parçaya çoğu şey. Öyle!
Etiketler:
2006,
Beethoven'ı Anlamak,
Copying Beethoven,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Sinema
6 Temmuz 2012 Cuma
Rebecca (1940) - Manderley...
Efendim, filmimiz sinema tarihinde bir efsanedir ama benim için çok güzel bir filmdir yalnızca. İlk izlediğimde Jane Eyre'den tutun, Citizen Kane'ye kadar pek çok film horon tepmişti beynimde. Hani esinlenme olur da bu kadar mı olur arkadaş, dediğimi hatırlıyorum. Tekrar yaptım filme ve evet, yine yeniden aynılarını, belki daha bile fazla olarak, diyerek onayladım. Pişman değilim!
5 Temmuz 2012 Perşembe
The Stoning of Soraya M. (2008) - O Gün İlk Taşı Günahsız Olan Atsın!
Küfür etmem genelde. Ama anlar geliyor ve neye nasıl küfür edeceğimi şaşırıyorum. Sanırım bu durumlarda da edemiyorum. Zira ciddi manada çok fazla birikiyor edilecek küfür ve hepsini bir anda edemeyecek olmanın yılgınlığı galebe çalıyor ruha. Ne oluyor, için içini yiyor ve yine küfür edemiyorsun...
The Stoning of Soraya M.'yi sinema salonunda izlemekten son anda vazgeçmiştim. Aslında vizyona girmesini de harıl harıl bekliyordum ama nedense kapıdan döndüm. Bir şeyler çekti aldı son anda oradan. Çok güzel olmuş diyebilirim. Ben bu filmi sinemada izleseydim, o taşları görseydim perdede, sanmıyorum ki sakinliğimi koruyabileyim. Sanmıyorum!
Etiketler:
2008,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
Sinema,
Soraya'yı Taşlamak,
The Stoning of Soraya M.
3 Temmuz 2012 Salı
A Clockwork Orange (1971) - Sütlerimizi İçmeyi Aksatmıyoruz, Değil Mi Kardeşlerim?
Orijinal boyutu için tıklayınız
Bazı filmler oluyor, üzerine kelam etmek yersiz olabiliyor. Onlardan biri için bkz. bu film.
Ortaokul yıllarımda izlemiş ve ziyadesiyle eğlenceli bulmuştum filmi. Tam olarak anlamış olmam imkansız o hafiften şekillenmeye başlamış beyinle ama şimdi düşününce yine de bir şeyler kapmışım sanki o yaşa göre. Daha sonra da izledim defalarca ama, en zevk aldığım izlemem ilkiydi, diyebilirim kolaylıkla. Sonra gelişen altyazı olayları vesilesiyle öğrendik ki, filmin çevirisi meğerse yetersizmiş. Tabii bu sebeple tekrar edemedik sonraki yıllarda. Gollum'un kıymetlisi olmadan geçirdiğine benzer bir "bekledik, bekledik... ve bekledik" eylemsel sürecini yaşadık. Sonunda güzel bir abi çıktı da hak eden çeviri sundu vatana millete. Hal böyle olunca bu farklı ve de güzel filmi bir daha tekrar etmemek olmazdı.
Etiketler:
1971,
A Clockwork Orange,
Film,
Film Yazısı,
Hollywood,
İngiltere Sineması,
Otomatik Portakal,
Sinema
1 Temmuz 2012 Pazar
23-30 Haziran 2012 Film Yorumları
Şöyle ki, çok dolu bir hafta yaşadım diyebilirim. Uzun zamandır bu kadar güzel bir hafta yaşadığımı hatırlamıyorum. İstisnasız hepsini öneririm. Özellikle -yorumlardan da anlayacağınız üzere- birkaç tanesini fazlasıyla öneririm. İzlemeden geçmeyiniz onları emi :)
Şöyle 1 adet müstakil yazımız var, onun dışındaki yorumlar da aşağıda;
- Bir Zamanlar Anadolu'da (2011)
Devamını Oku
Şöyle 1 adet müstakil yazımız var, onun dışındaki yorumlar da aşağıda;
- Bir Zamanlar Anadolu'da (2011)
26 Haziran 2012 Salı
Bir Zamanlar Anadolu'da (2011) - ... Merkezi Kollayacaksın!
Uzun bir aradan sonra peydah olan şükürlere aynı hızla devam ediyoruz. [Takip etmeyenler için söylemiş olayım, uzun zamandır yeni filmleri çok çok çok beğenemiyordum. Son olarak dün Coriolanus'u izledim ve fazlasıyla beğendim. Tam da onun üzerine bu film geldi. Şükür bundan (: ] Ne derdim vardı, neden erteledim bu kadar beklediğim bir filmi? Neydi amacım? Neyin kafasını yaşıyordum beklerken? Sorular gani...
Etiketler:
2011,
Bir Zamanlar Anadolu'da,
Film,
Film Yazısı,
Sinema,
Türkiye Sineması
25 Haziran 2012 Pazartesi
Mecid Mecidi Hz. Muhammed (sas) Filmi Çekiyor
Mecid Mecidi (Majid Majidi), İran sinemasının halihazırdaki açık ara en saygın isimlerinden, belki de en saygını. Hollywood ve diğer tüm devasa film klik(!)lerinin aksine, sinemayı basitlikle izleyiciye sunan zihinlerden ve kelamın görselliğe yenilişine tanık olduğumuz yüzyılın kelama zoraki gönül verenlerinden biri. Bir çırpıda tüm filmlerini sayabilir, her saydığımız filmi üzerine saatlerce konuşabiliriz. Öyle biridir kendileri...
Etiketler:
Gelecek Program,
Hz. Muhammed,
İran Sineması,
Mecid Mecidi,
Sinema
24 Haziran 2012 Pazar
16-22 Haziran 2012 Film Yorumları
Ve evet neredeyse son zamanların en iyi haftasıydı. 8 üstü 2, 7 üstü 3, 6 üstü 5 filmimiz var. Ve 7 filmin hepsi önerilir mahiyette. Tekrar yapınca hep böyle oluyor :)
Kısa keserek yorumlara geçelim;
Devamını Oku
Kısa keserek yorumlara geçelim;
18 Haziran 2012 Pazartesi
Çekiliş; (çok kitap var isim yazmaya uğraşmayalım şimdi :) )
Büyük boyut için tıklayınız
Kafaya taktığım kitapları hediye etme alışkanlığım bu kitapta da kendini gösterdi. Kitabı çok sevdiğimden sebep çevreme hediye etmeye başladım. Sonra da "neden blogdan da vermiyorum" dedim. Hak verdim tabii kendime. Mantıklı önermeleri kaçırmamakta iyiyimdir :)
16 Haziran 2012 Cumartesi
08-15 Haziran 2012 Film Yorumları
Vakit kaybı olarak gördüğüm 0 filmle geçen bu haftaya güzel denilebilir sanırım. 3-4 tanesini de ayrıca önerebilir, hatta ısrar bile edebilirim. Türk filmi de izledim. Daha ne ister deli gönül :)
Yorumlara geçelim o zaman;
Devamını Oku
Yorumlara geçelim o zaman;
9 Haziran 2012 Cumartesi
Ya Tahammül Ya Sefer | "Ah"lara Dair...
Bir yazıya niyetleniliyor. Tembellik hakim. Ama "sabahı beklemeyiniz dostum, geceden yola çıkınız" gibi bir şey çınlıyor kulakta. Çını durmuyor. Geceden başlanıyor yazıya. Önce fikren fokurdanıyor bir şeyler. Yadsınamaz bir tereddüt var; söyleneceklerin, söylenmesi gerekenlerden/söylenmek istenenlerden farklı olma ihtimaliyle peydahlanan.
İlgili mesele ağır. Öyle hemen iki satır karalayıp altından kalkılamayacak cinsten. Kişilerden bağımsız, kişiliklerden gayri. Tüm ruhlara üflenmiş ataletin izdüşümleri kadar acı.
Bir kitap okunuyor. Bir şey canlanıyor; daha önce bırakın ölmeye yüz tutmayı, gözlerini hiç mi hiç yummayan.
--
Ön ara.
Kitabın ismi Ya Tahammül Ya Sefer, büyük şeyler fısıldıyor kulağına bir gencin. Uzun zamandır okumak istiyor bu yüzden. Nasip olmuyor. Zaten fazla da "oku"muyor. Ama istiyor. Ara sıra daha istiyor. Sonunda okuyor. Tokat yiyor. "Keşke daha önce okusaydım" diyor. Aradaki açığı kapatmak için çareyi yorum yazmakta buluyor.
Bir isteği var ama; bu yazıyı okuyacak olanlar hızlı okumasalar keşke. Yavaş yavaş okuyup sindirilsin, iyice hızlanan dünyaya eleştiri olsun istiyor. Mananın geri plana düştüğü, zamanın bu en nasipsiz dilimlerinden birine eleştirisiz kalmak istemiyor. Eleştirisiz alınmış nefse itiraz ediyor.
Yazıya geçiyor.
--
Davayla büyümüşsünüz. Davalı olmuşsunuz. Aslen sizin olmayan bir dava; konusu meçhul. Elinizde bulmuşsunuz. İnkar etmemişsiniz. Ama bu nedir diye araştırmamışsınız. Katkınız yok, bir tuğla dahi koymamışsınız. Sahiplenmişsiniz ama. Dava davalıktan çıkmış, kimliğiniz olmuş. Bu yüzden davanın asıl sahibinden bile daha fazla sahiplenmişsiniz. Kurduğunuz aidiyet aklınızı-fikrinizi-gözünüzü kör etmiş.
Aidiyet... Her ne kadar varlığın epistemolojisine dair gibi görünse de esasen ontolojisine dair olduğunu, fersah fersah uzaklardan da olsa, avaz avaz bağırıyor. Yoruluyor bazen. Yılmıyor ama. Belki en büyük davalı bu yüzden aidiyetin kendisi oluyor. Nasılsa "... istemeseler de .... nurunu tamamlayacaktır."
Böyle inanmış genç. Davanın içine doğmuş. Ailesel değil; ontolojik. Bu yüzden aksiyon kavramını sahiplenmiş öteden beri. Davalı ya nasılsa, başka hangi kavram tatmin eder bünyeyi!
Aksiyonla yaşıyor. Buraya kadar her şey güzel. Ama hayat uzun (belki de kısa). Çağın gerçeklerine bigane değil. Parayla döndüğünü biliyor içinde yaşadığı zamanın. Bu aralar zaman bile parayla dönüyor; geceye doğan güneş, şehrin ışıklarından görülmüyor!
Siyasetten de uzak yaşıyor. Siyaset kirli şey. Ama gerekliler de. Eline alırsa parayı, kendisinin biraz da siyasetin eline geçeceğini biliyor. İkisinden de uzak yaşıyor. Yakın yaşayanları ayıplamıyor. Hakk denilenin zor şey olduğunu biliyor!
Ama görüyor; kendi gibi yaşayanlar az. İşin kötüsü, daha da azalıyorlar. Aramaktan vazgeçmiş bu "az"ları. Az kalmayı kabulleniyor. Yokluğa yaklaştığını anlatan ecele sığınıyor. "Davayı sımsıkı tutmaya devam" diyor, "acaba, davaya sımsıkı tutunmaya devam, mı deseydim" diye aklından geçirerek. Son yazdığı cümleyi beğeniyor. Beğenmek nefsine ağır geliyor. Silmeyi düşünüyor. Ama nefse ağır gelenlerin bazen asıl nefis terbiyesi olduğunu hissediyor. Kadere bırakıyor. Silmiyor...
Kitabı okumuş. Etkilenmiş. Kendisinin çelişkilerini görmüş her sayfada. Karakterleri tartmış. Hani "az"ya, kendisiyle özdeş kurmaya çalışıyor aklınca. Kerim'e odaklanıyor önce. Ama en meçhul karakteri yakıştıramıyor kendine. İlhan'a sulanıyor. Ama o da ihaneti hatırlatıyor. "Veysel mi? O hiç olmaz" diyor. Murat'a zaten dokunmuyor. Kaybedenlerle işi olmaz!
Kendisiyle gurur mu duyması gerekiyor kitabın sonunda? Bilemiyor. Okuduğu yeni bir şey değildi, yeni şeyler yoktu ama şaşkın yine de. Hala şaşırabildiğine seviniyor. İçinde bir yerlerde davanın gümbür gümbür yaşadığına kanıt sayıyor bunu. Sevinmekten utanmıyor.
Asım'ın nesli... Dilinde hep. Ama artık siyaset kokuyor. Siyasetle işi olmaz. Önceki gibi dilinde değil. Keşke siyaset karışmasa her şeye. En azından kutsallara. Sevdiği siyasetçilere kızıyor bazen bu yüzden. Kendi kutsallarını, sevdiği insanların siyasetle kirlenen ağızlarından duymak istemiyor. Biraz daha kızıyor zaman içinde. Bu kızgınlık hayra alamet değil. Kaygılanıyor.
Kitapta da geçiyor Asım'ın nesli. Bolca ironik şekilde hem. Siyasetçe kirlenmemiş okuduğu kalem. Bu geçişe o yüzden kızmıyor. Kaygılanmıyor bu sefer. Kitapla özdeş durumda. Seviniyor. Bunlar hayra alamet, biliyor.
İronik dedi yukarıda. Fark edilsin istiyor. Bir daha dönüyor aynı konuya. Bu sefer daha vurgulu yazıyor; İronik! Asım'ın nesli var, Asım var, bir de asımlar var. A'ları küçülmüşler var. A'lar küçülmesin istiyor. Ama dünyada "az"alanlar diye bir şey var. Biliyor. Kadere bırakıyor. En azından Ya Tahammül Ya Sefer var. Tahammül ediyor. Sefer'i cepte bekletiyor...
“Asım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek. İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek!” Akif'e bir daha hayran oluyor, Akifler'e de oluyor. Akif'i hatırlatıyorlar. Akif'i gerçekten hatırlatanlara daha bir hayran oluyor. Şiirle alakaları varsa tadlarından yenmez hale geliyorlar. Hepsiyle tanışmak istiyor. Abarttığını düşünüyor. Kesiyor.
"Namusumuzu çiğnetmeyecek mi? Yoksa parayı ilk bulduğunda, diğer tüm eski davalılar gibi jeeplere mi doluşacak, lüks semtlere mi taşınacak? Müteahhitliği dava gereği bir şey gibi görmeye mi başlayacak? Vermeyi unutacak mı? Vefa, unutulan, eskide kalan hoş bir kelime mi olacak? Asım'ın nesli diye yola çıkanlar, acaba böyle olmaya devam mı edecekler?" Sorular bitmiyor zihninde. Bitsin istiyor. En azından tüm bu sorulara içinden gele gele "hayırrrr" demek istiyor.
Terk edilen cepheler diye bir şey var öteden beri dilinde. Davayı böyle tanımlıyor. "Aidiyet, biraz da terk edilmeyen/edilemeyen cephelerdir" diyor yakın çevresine. Kaçı anlıyor bunu, bilmiyor. Anlatmaya, söylemeye, tekrarlamaya devam ediyor. Tekrarı pek sevmiyor. Ama bazı tekrarları farz gibi algılıyor. Bu tekrarı önemsiyor. Bir daha yazıyor; aidiyet, biraz da terk edilmeyen/edilemeyen cephelerdir.
Terk edilen cepheleri hala önemsiyor. Önemsensin istiyor. "Artık soframıza melekler inmiyor" demek istemiyorsanız terk etmeyin, diyor. Terk etmeyin cephenizi. Cepheler kalpteki vatanlardır. Kalplerin de surları vardır. Kale içleri... mahremleri...
"Siz davanın yılmaz erlerisiniz, bu dava sizlerin omuzlarınızda yükselecek" diyen Murat abiyi hatırlıyor. Demin "kaybeden" dediği Murat abisini. Utanmıyor. Ciddi değildi. İroni yapmıştı. "Murat abiye kurban olsun kazananlar" diyor. Bu yolda kazanandır kaybeden...
Dava delisi Kerimler'i hatırlıyor. Nedense yarsıyamıyor. Sadece kutsal bir saygı duyuyor. Kerimler'i seviyor. Onlardan biriyle tanışmak istiyor. Tanıyan varsa kendisiyle irtibata geçsin istiyor. Kerimler'in çayından içmek istiyor. Ciddi diyor. Lütfen diyor. Kerimler'i tanıyan varsa, haber versin istiyor.
İlhan'ı anmayacak yazıda. İsmen geçirecek sadece. Çünkü İlhan arada. İlhanlar'ın ortak özelliğidir arada kalmışlık. Yoklukta vaha, varlıkta çoraktırlar. Yine de İlhanlar hep olsun, diyor genç. İlhanlar'ın sayısı artıyor, kendisi "az"alırken. "Yine de çoğalsın İlhanlar, yokluktayız nasılsa" diyor, "yokluktayız!"
İğneyi de çuvaldızı da kendisine batırmayı düşünüyor genç. İlhanlar'a kıyamıyor. İlhanlar'ın babalarına da kıyamıyor. İlhanlar'ın babalarının ismini bilerek kullanmıyor. İronik bir isim. İroniyi yazıya geçiremeyeceğini biliyor. Dikkat edilsin istiyor. Son kez vurguluyor. Bu bahsi burada kapıyor.
Alıntı yapmayı aslında sevmiyor. Ama yazının da bitmesi gerekiyor. Alıntıyla bitirmek daha cazip geliyor;
"Veysel son sözlerini utana-sıkıla söylüyor, neredeyse kulağıma fısıldıyor: önümüzdeki seçimlerde muhtemelen aday olacağım.
Gülümsüyorum. Rahatlıyor."
Böyle bitirmeye gönlü izin vermiyor. "Rahatlamayın. Rahatlamak isteyenlerden, rahatlamak için lafa başlayanlardan olmayın" diyor. Her rahatlamanın aynı olmadığını görüyor. Sözün, mananın küçük bir cüz'ü olduğunu bir kere daha fark ediyor.
Mustafa Kutlu'ya da "kalemle yazmayı öğreten"e şükrediyor.
Yazıya konu olan kitabı herkes 'O'kusun istiyor. Okunması için elinden bir şey gelirse yapmayı düşünüyor..!
Terk edilen cepheleri hala önemsiyor. Önemsensin istiyor. "Artık soframıza melekler inmiyor" demek istemiyorsanız terk etmeyin, diyor. Terk etmeyin cephenizi. Cepheler kalpteki vatanlardır. Kalplerin de surları vardır. Kale içleri... mahremleri...
"Siz davanın yılmaz erlerisiniz, bu dava sizlerin omuzlarınızda yükselecek" diyen Murat abiyi hatırlıyor. Demin "kaybeden" dediği Murat abisini. Utanmıyor. Ciddi değildi. İroni yapmıştı. "Murat abiye kurban olsun kazananlar" diyor. Bu yolda kazanandır kaybeden...
Dava delisi Kerimler'i hatırlıyor. Nedense yarsıyamıyor. Sadece kutsal bir saygı duyuyor. Kerimler'i seviyor. Onlardan biriyle tanışmak istiyor. Tanıyan varsa kendisiyle irtibata geçsin istiyor. Kerimler'in çayından içmek istiyor. Ciddi diyor. Lütfen diyor. Kerimler'i tanıyan varsa, haber versin istiyor.
İlhan'ı anmayacak yazıda. İsmen geçirecek sadece. Çünkü İlhan arada. İlhanlar'ın ortak özelliğidir arada kalmışlık. Yoklukta vaha, varlıkta çoraktırlar. Yine de İlhanlar hep olsun, diyor genç. İlhanlar'ın sayısı artıyor, kendisi "az"alırken. "Yine de çoğalsın İlhanlar, yokluktayız nasılsa" diyor, "yokluktayız!"
İğneyi de çuvaldızı da kendisine batırmayı düşünüyor genç. İlhanlar'a kıyamıyor. İlhanlar'ın babalarına da kıyamıyor. İlhanlar'ın babalarının ismini bilerek kullanmıyor. İronik bir isim. İroniyi yazıya geçiremeyeceğini biliyor. Dikkat edilsin istiyor. Son kez vurguluyor. Bu bahsi burada kapıyor.
Alıntı yapmayı aslında sevmiyor. Ama yazının da bitmesi gerekiyor. Alıntıyla bitirmek daha cazip geliyor;
"Veysel son sözlerini utana-sıkıla söylüyor, neredeyse kulağıma fısıldıyor: önümüzdeki seçimlerde muhtemelen aday olacağım.
Gülümsüyorum. Rahatlıyor."
Böyle bitirmeye gönlü izin vermiyor. "Rahatlamayın. Rahatlamak isteyenlerden, rahatlamak için lafa başlayanlardan olmayın" diyor. Her rahatlamanın aynı olmadığını görüyor. Sözün, mananın küçük bir cüz'ü olduğunu bir kere daha fark ediyor.
Mustafa Kutlu'ya da "kalemle yazmayı öğreten"e şükrediyor.
Yazıya konu olan kitabı herkes 'O'kusun istiyor. Okunması için elinden bir şey gelirse yapmayı düşünüyor..!
Etiketler:
1983 Kitapları,
Dergah Yayınları,
Edebiyat,
Kitap,
Kitap Yazısı,
Mustafa Kutlu,
Roman Türü,
Ya Tahammül Ya Sefer
8 Haziran 2012 Cuma
01-07 Haziran 2012 Film Yorumları
Haftaya yorum yapmadan direkt yorumlara geçiyorum :)
"Liam Neeson varsa, izlenir hafız" mottosunu iliklerine işleten sinemaseverlere tavsiye edip, bu mottoyla henüz herhangi bir ilişki içine girmemiş abi ve ablalara ise önermekle önermemek arasında kaldığım bir film Gri Kurt.
Devamını Oku
"Liam Neeson varsa, izlenir hafız" mottosunu iliklerine işleten sinemaseverlere tavsiye edip, bu mottoyla henüz herhangi bir ilişki içine girmemiş abi ve ablalara ise önermekle önermemek arasında kaldığım bir film Gri Kurt.
Benzerlerinden bir hayli farklı geldi bana. Hani hayatta kalma orijinliyse bir film, göreceğimiz şeyler genelde sabittir. Bir kahramanımız vardır. Alır eline sazı, yer misin yemez misin diye dalar ortamlara. Önüne çıkan zorluklar asla yıldırmaz onu. Zaten müthiş bir karizması vardır bu kahraman olacak bıdığın. Ne yaparız bizler de? Film boyunca onun zirvelere çıkışını izler, her başarısında biraz daha bağlanırız kendisine.
Lakin bu film öyle değil. En azından tamamen böyle değil. Daha gerçekçi, daha felsefi. Tabii felsefesi zayıf bununla beraber. Hatta ilkokul müsameresi tadında ortaya konuyor pek çok sahnede bu zayıf felsefe. Dolu film beklemeyin ama kesinlikle düz de değil.
Ben sevdim ama. Hatta zevk de aldım. Heyecanlandım. Korktum zaman zaman. Üşüdüm sonra. Ne bileyim, ıslandım. Yüksekten korktum. Bazı karakterlere küfrettim. Sıkılmadım yani. Beklentiyi fazla yükseltmeden keyiflice izlenebilir kısaca.
The Grey (2011) 5+ / 10
1 Haziran 2012 Cuma
23-31 Mayıs 2012 Film Yorumları
Sanırım bu sisteme geçtiğimden beri en iyi geçen hafta olabilir. En olmasa da, enlerden olduğu kesin. Hepsini önerir, toplu yorumlara geçerim;
Shrek serisinin yan karakterleri arasında farklı bir tadı olan Kedi'nin spin-offu oluyor Puss in Boots. Karakterimizin hikayesini öğrenirken yeni bir macerasına da konuk oluyoruz. Bu konukluk, filmden ilk haberler geldiğindeki oluşan beklentilere karşılık veriyor mu peki? Hem evet hem hayır. Animasyon bir filmden beklenecek tüm sempatiklikler mevcut ama senaryo işleme açısından bir hayli çocuksu kalmış. Tabii rahatsız ediyor insanı.
Ama eğlenmenize de mani değil tüm aksaklıklar. Özellikle hedef kitle olan çocuklar için biçilmiş kaftanlardan diyebiliriz filme. Devam filmleri konusunda bilgim yok ama büyük ihtimalle bunu da devam ettirirler. Sonuçta izlenmişse iş bitmiştir. Çekmemek günah gibi bir şey ekonomi dininde.
Türkçe dublajla izledim. Son zamanlarda izlediğim en düz dublajdı. Animasyonlardaki dublaj başarısını görememiş olmak biraz şaşırttı ama bu da göz ardı edilebilir diyerekten;
Puss in Boots (2011) 4 / 10
Devamını Oku
Shrek serisinin yan karakterleri arasında farklı bir tadı olan Kedi'nin spin-offu oluyor Puss in Boots. Karakterimizin hikayesini öğrenirken yeni bir macerasına da konuk oluyoruz. Bu konukluk, filmden ilk haberler geldiğindeki oluşan beklentilere karşılık veriyor mu peki? Hem evet hem hayır. Animasyon bir filmden beklenecek tüm sempatiklikler mevcut ama senaryo işleme açısından bir hayli çocuksu kalmış. Tabii rahatsız ediyor insanı.
Ama eğlenmenize de mani değil tüm aksaklıklar. Özellikle hedef kitle olan çocuklar için biçilmiş kaftanlardan diyebiliriz filme. Devam filmleri konusunda bilgim yok ama büyük ihtimalle bunu da devam ettirirler. Sonuçta izlenmişse iş bitmiştir. Çekmemek günah gibi bir şey ekonomi dininde.
Türkçe dublajla izledim. Son zamanlarda izlediğim en düz dublajdı. Animasyonlardaki dublaj başarısını görememiş olmak biraz şaşırttı ama bu da göz ardı edilebilir diyerekten;
Puss in Boots (2011) 4 / 10
Etiketler:
23-31 Mayıs 2012 Film Yorumları,
Film Yazısı,
Sinema,
Toplu Film Yazıları
28 Mayıs 2012 Pazartesi
Ashes and Snow (2005) - "Başka Bir Şey" gibi bir şey!
Çok başka bir çalışma bu. Kısa başlık açmayı nefsine yediremeyen bu bencili bile kendisiyle gönüllü şekilde çeliştiren bir şey. İlham denen şeyin en güzel bir müsebbibi. Diğer tüm yapımlar gibi şekilsel yönden (yönetmen-senarist-yapımcı-oyuncu) incelenemeyecek bir şey. İçeriğine dair söylenecek hiçbir şeyin, anlattıklarıyla neredeyse alakası olmayacak bir şey.
Kelimeler gerçekten yetersiz gelebilir anlatmaya. Denemek lazım gerçi ama emin gibiyim; sarf edilen tüm harf-hece-kelime kombinasyonları büyük ihtimalle yetersiz gelecektir... "İlgili denemenin haddi bizden muaf nasılsa" diyerek, duymamışlara, önemsememişlere, göz ardı etmişlere hatırlatma babında olsun başlık. Dahası olmasın lütfen. Başarısızlık, o kadar da yedirilebilen bir vakıa değildir nazarımızda!
Küller... Ah o küller!
Kucağını açan okyanuslar...
Masumiyetten beslenmiş ilim önünde diz çöken tonluk filler...
Ahenkleriyle büyüleyen kuzgunlar...
Çıta, vaşak, kaplan... enfesimsi çekicilikleriyle yırtıcılar...
Bugüne kadar hep yanlış bilinmiş yıldızlar...
Sanılanın aksine kaldırma kuvvetinden ziyade hipnozumsu devinimler bahşeden sular...
Ruhu zapt eden, yakaladığı kalbi daha da salmayan o tinsel tınılar... Sesler...
Ayak izleriyle varlığına şükredilen kızgın mı kızgın çöl yadigarları... Kumlar...
Hayatın kaynağı ayağına yatan güneşin bile kıskanacağı parıltılar...
Kar mı kara mı olduğu belli olmayan şeyler...
Ve küller... her şeyin başlangıcı... her şeyin bitişi... O kutsal şey. Küller!
Daha pek çok şey, pek çok...
Jules Verne'nin alıntısıyla başlayan bir kitap okumuştum zamanında. Şöyle diyordu üstad; bak, bütün gözlerinle bak. İlla bir tanım yapılmalı ise, bu aciz böyle der bu yapıma. Bütün gözlerinizle bakmanız gereken bir şey Ashes and Snow. Hatta imkanı onlarlar sırf bu sefere özel birkaç göz daha edinsinler. Lazım olacak!
Bu kadar.
.
Etiketler:
2005,
ABD,
Ashes and Snow,
Belgesel,
Belgesel Yazısı,
Film,
Film Yazısı,
Küller ve Kar,
Sinema
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)